Perşembe, Nisan 24, 2008

23 İnsan ve 7 Cüceler - Kısım 1


Toplamda 30 kişilerdi, bir eksik bir fazla fark etmezdi. Tarihin en eski çağlarından günümüze dek dillerden dillere, ağızlardan kulaklara dolaşan bir efsaneydi. Büyüdü, yozlaştı, mit oldu ama henüz yok olmadı. Bilen bilir, günümüzde taşrada ve türlü ormanlarda anlatılmaya devam etmektedir kendileri. Tabii ki orijinal eserdeki yeni nesillerin anlayamayacağı noktalar günümüz dünyasına göre adapte edilmiş, “beygirini takas eden şövalye” yerine “ferrarisini satan bilge” denmiştir. Bu ufak modifikasyonlar dahi, bu “anlatı”nın ambiansını bloke edememiş, aksine onu daha da güçlü kılmıştır. Ne acıdır ki, size bu platformda tamamını sunamayacağım bu kutsal şeyi kısmen özetleyerek geçiştirmeye çaba göstereceğim.

“Her ne kadar artık klişeleşmiş olsa da, o vakitte daha ilk olarak bir varmış bir yokmuş ki zamane insanlarına göre bu bir çılgınlık, bir marjinalite imiş. Sevgili okurlar, fazla meraklanmayın diye söylüyorum; bu zamanlar öyle eski zamanlarmış ki, herkes birbirinin blogunu heyecanla takip eder, bol bol yorum yazarmış.

İşte zaman böyle iken kasabanın birinde birçok insan ve bazı cüceler yaşarmış. Bunların kasabası öyle bir kasabaymış ki; herkes deli, neredeyse her gün de bayram imiş. Öyle ki, çeşitli normalötesi zamanlar ve muhalif havalar olduğu vakit kasabanın şerifi tarafından resmi iş günü ilan edilir, çocuklar neşe içinde okula ve yetişkinler heyecanla işlerine gidermiş. Bütün gün boş boş oturmaktan yahut ense yapmaktan kendilerine gına gelen kasaba sakinlerinin bu tavırları, yabancılar tarafından hayret ve esef hissiyatı içinde karşılanırmış.

Günlerden bir gün, kasabada 23 insan ve 7 cüce toplanıp futbol maçı etmeye karar vermişler. Hemen el ele tutuşup kasabanın favori halı saha işletmecisi posbıyıklı Jefferson Dayı’ya gitmişler ve kararlarını açıklamışlar. Hemen o akşam için iki saatliğine rezervasyonlarını yaptırmış ve akşama maçta buluşmak üzere kulübelerine dağılmışlar.

...

[Devamı gelebilir]

Perşembe, Nisan 17, 2008

Infinite Looplarda Breaksiz Kaldım


Sevgili okur, bu arabesk yazı çok sevdiğim bir diyot olan arkadaşım CemAk'tan. Kendisi aynı zamanda piyanist şantördür.


sub başlık: bir feysbuk kapatma davası mübaşirinin maceraları, kişisel bir yazı

evet sevgili okurlar, bu öğlen kalktığımda, yaklaşık dün akşamdan beri aklımdan çıkmayan, geceleri beni uykudan mahrum eden feysbuk kapatma hadisesini gerçekleştiriverem dedim. aslında daha 3,5 dakika önce arkadaşa msnden hava atarken "eki eki feysbukumu kapatıcam ben yaaa, ama bir iki gün içinde filaağn" mesajını atmış olmama rağmen "lan nası oluyo ki deactivate bi denesem" dememe kalmadı, kendimi "neden deactivate ediyosun ki la?" sorusuyla başbaşa buldum.

gözlerim şıklar arasında "ay vant tu şov the vörld ay em veri strong villd." şıkkını arar ve tabii ki bulamazken, gözüme takılan diğer şıklardan söz etmeden geçemiyciim. "facebook is resulting in social drama for me." şıkkı örneğin, kendi durumumu dramatize edesim olduğundan gözüme çok şık göründü, ama bu sefer kendime (veya feysbuka) karşı dürüst olayım dedim ve "facebook is taking too much of my time." gibisinden olan şıkkı işaretledim. ben daha fazla sorgu, sual, next diyalog buttonu beklerkene "your feysbuk account has been deactivated" yazısını karşımda bulduğumda siz sevgili okurlar ne kadar şaşırdığımı tahmin edebilersiniz tahmin ederim ki.

şubuo değil de, asıl olarak yazımın düğüm bölümüne gelecek olursam, içimde yaşadığım
paradoksu sizlere açıklamam gerekir. dostlarım, benim feysbukumu kapatmamın nedeni şudur ki; son zamanlarda fark ettim ki: profilimde arkadaş sayıma baktıkça, insanlarla olan fotoğraflarıma bakıp "ehe bakın biz buraya da gittik ne sosyalim dimi" diye düşündükçe, bilimum iq test olsun compare people olsun insanların içinde sıralamamı gördükçe; feysbukumdan büyük ölçüde kendimi tatmin amaçlı ve başkalarına hava yapma amaçlı yararlanmakta imişim, bilmem zaten diğer yararlarını bu amaçtan daha üstün gören feysbuk kullanıcısı var mıdır (kesin vardır da, çaktırmayın şimdi "ben, ben" diye atlayarak). bu hadiseyi fark ettikten sonra bünyemi kaplayan kendimden tiksinme duygusu öyle bir hale geldi ki, sormayın gitsin.

tabii paradoksun bir de diğer tarafı olması lazım değil mi; bu diğer tarafını da kapattıktan sonraki saat içinde keşfettim ve bu yazıyı notepade alasım geldi */burada CemAk'ın her nekadar yarı android, yarı teknolojik bir insan olduğunu bilsem de yazı yazma işleri için notepad kullanması yüreğimi dağladı. tamam "notepad is the best code editor" adlı vecizeyi hayat felsefesi olarak benimsemiş olabilir emme düz yazı da hiç olmassa wordpad falan kullansın değmi. ben de yazıyı alınca direk word e attım, bi rahatladım, bill gates i ikinci defa öpesim geldi. ilki excel i çıkardığındaydı, yoksa microsoft sevmem- edit by Yağız /* . ben aslında feysbukumu kapatırken de amacım insanlara "oo ne karizmayım, feysbukumu kapatıyorum, çekiyorum elimi eteğimi bu yozlaşmış diyarlardan" mesajını vermek değil miydi? bu da feysbuk kapatmamın asıl amacıyla çelişmiyor muydu? peki bu ikilemden bir çıkış yolu yok muydu? ve neden ben bu kadar çok soru işaretli cümle kuruyordum?

bu ikilemden bir çıkış yolu feysbuku kapatmayıp, aynı zamanda ilgilenmemek olabilirdi, ama benim gibi zayıf iradeli bir insan tabii ki elleşmeden duramazdı. böylelikle ben, kapatmanın tatminini açık tutmanın tatminine tercih ettim. artık her firefox açtığımda mouse'um eskinden feysbuk bookmarkı olan yere gidiyor, ama onun yerinde Suugle bookmarkını bulunca gönlüm bir hüzne kapılıyor. ve ben, accountımı iki haftaya kalmaz tekrar açacağımdan adım gibi emin olarak bu yazıyo bitiriyorum.


CemAk, 2008

Sulukule

Cumartesi, Nisan 05, 2008

Musiki Vakti - Plug in Baby's Damnation

Musiki vaktinin bu bölümdeki incelememizi yapmak için belki de çok geç kalındı. tıpkı otobüs durağına geç kalıp otobüsü kaçırmak gibi. Peki kim bunlar? bu kadar ehemmiyet ihtiva eden sanat şövalyeleri, musiki aşıkları, alkolik hayvanlar. Şöyle söyliyim, biziz, Limbik Sistemimiz, hepimiziz. Hepimiz Limbik Sistemiz. Gitar özürlü egeden tut da, grubun çalabildiği tek şarkı olan plug in baby 'i söyleyemeyen solist ece'ye, süper brutal yaptığı halde, grubun "etiyopya halk ezgileriyle bezeli çingen metal" yapmasından dolayı brutal yeteneğini ortaya koyamayan yağız'dan, baget yerine sümüklü peçete ve balık yemi kullananan CemAl'a, grubun eli tek pena tutan fakat bas çaldığı için pena kullanmayan basist özgün'den
piyanist şantör CemAk'a kadar hangimiz Limbik Sistem değiliz ki? sanırım burada adı geçmeyenler değil. peki nasıl oldu? aniden oldu. bir sabah uyandığımızda üstümüzde limbik sistem tişörtleri, etrafa saçılmış banknotlar, saçlarımızın arasına kaçmış gitar penaları, egenin kıçından çıkardığı iki adet baget, ki CemAl bu bagetleri hala kullanmaktadır, yatak kenarından sarkan dantelli tangalar falan. aslında böyle olsa fena olmazdı. fena oldu çünkü böyle olmadı. mesela şu an Metallica dan Turn the Page adlı şaheseri dinliyorum fakat bu şarkının konuyla bir alakası yok, olsaydı zaten kendimizden şüphelenmemiz gerekirdi. işte bu yüzden "abi grup kuralım" formatlı muhabbeti çevirme şartını sağladığımız gün kurduk grubu. tabi grup kurmakla bitmez, isim bulmak gerekir haliyle. İlk ismimiz, benim önerim olan, Mesane. çok iddialı bir isimdi bizim için. ortamın eline vermemizi gerektirecek kadar iddialı. ilk başta tuttuk ismi, sadece ismi mi tuttuk? hayır? o yüzden ismi değiştirmeye karar verdik haliyle, çünkü isim insanlar üstünde marjinal etkiler yaratmaya başladı, histeri krizi geçirenler olsun, panik atak geçirenler olsun, hatta prematüre doğum yapan bakire kızlar bile vardı. feci. yardımımıza biyoloji kitabı yetişti, arkasında ne kadar gudik isim var diye ararken birden o ismi gördüm. limbik sistem. birden etrafındaki bütün yazılar fluğlaştı, kamera o iki kelimeye zum yaptı. dedim işte isim budur. ismimiz bu olmalı. hemen egenin enseye bir tokat attım, "lan bak bundan süper isim olur" dedim. o da beğendi, diğer grup üyelerine açtık konuyu, oy birliğiyle kabul gördü. fekat CemAl uzun süre grubun isminin mesane olduğunu zannetmeye devam etti.
o sıralar ece yoktu etrafta, gayet heyvan takılıyorduk. müzik icraatı sıfıra yakınsamakta, yer yer negatif değerler almaktaydı. egenin bet sesiyle müzik yapılamayacağını farkedip vokal arandı. süper bir aday bulmuştuk, Çalık. opera ilahı olan bu bağyanla yollarımızı birleştirmeye çalıştık fekat nafile, opera ile "etiyopya halk ezgileriyle bezeli çingen metal" tarzları uyuşmadığından bu hayalden vazgeçtik ve Çalık'ı Yasin in şefkatli kollarına teslim ettik. bu sıralar uzun siyah saçları ince sesiyle ece beliriverdi, tam gotik metallik ses vardı. gotik metal yapmadık. yapsaydık fena olmazdı. ama onun yerine kimsenin çalamadığı, ecenin söyleyemediği plug in baby adlı şarkıyı yapmaya inat ettiler, ben etmedim. zaten çalabildiğim tek enstrüman helvacıoğlu blok flüttü. ben de o yüzden opeth dinlemeye başladım, bıraktım bunları. geri döndüğümde hala plug in baby çalmaya çalışıyorlardı. yine bıraktım, aradan bir sene geçti, hala plug in baby, hala hüsran. hezeyanlarda olan grubu tokatlayıp kendine getirmek gerekmekteydi, gelmedi. daha fazla tokatladım, yine hüsran. bu başarısız denemelerin üzerine yılmadan başarısız şekilde edilen denemelerle bir sene geçti gibi oldu. ayran günü geldi. tabi seçmelere girilmezse otoparkta dayak yenebilirdi bornova-alpaslan dolmuşları şöförlerinden ve deli murattan. seçmelere girildi haliyle. ve körvün 99 çıktığı bir tahmin sınavının üzerine seçmelerde plug in baby çalınması kimseyi şaşırtmadı, sonucun da kimseyi şaşırtmadığı gibi. kimilerine göre abesle iştigal olan bu olay, kimilerine göre ses sisteminin dandikliği ya da seçen heriflerin hımbıllığından kaynaklanan bir talihsizlikler silsilesi olarak yorumlandı. ikinci yoruma gülünüp geçildi. grup olgunlaşıp, ağaçtan düşen armut edasıyla kendine gelince bir atılım gerçekleşti. sıfır sermayeyle kurulan home studiolarda ilk albüm çıktı, kimilerine göre "high octane", kimilerine göre "high octave" dı adı. olsundu, bizim albümümüzdü o. insanlar dinlettimdi, beğenmedilerdi. olsundu. ben de çok beğenmedim di zaten. o yüzden burada tanıtımını yapmaycem. ama buradan Sony Acid ve Soundforge programlarına ve Sony de çalışan japon amcalara selam yolluyorum. iyiki varsınız.