Pazar, Mart 30, 2008

Bir yaz sabahı rüyası

Sabah erken kalktım, sıçmaya gittim. kabızmışın, halbusi daha dün şırıl şırıl ishaldim, paçalarım kanalizasyon. ilginç... gazete almaya gidiyim, açılırım dedim, her bağlamda. çorap üstü parmak arası terliklerimi giydim, çizgili pijama üstüne bir yelek aldım, geyik desenli. çıpıdı çıpıdı inerken merdivenlerden alt komşunun oğlunu gördüm, okula gidiyordu. mavi önlüklü, beyaz yakalı, üstünde miki maus var. gavat. adı muhsin, denyo muhsin derler, en azından ben derim, başka diyeni pek duymadım etrafta. ama insanlar tanısa derdi, pek popüler değil buralarda. suratın bakarak esnedim, o da suratıma lakabına yakışır biçimde baktı, eğildi, bağcıklarını bağlamaya devam etti. kıçımı kaşıya kaşıya inmeye devam ettim, indim, indim, inecek kat kalmayana kadar. çok şükür bodrum katımız yok. apartmanın kapısı açtım, dışarı çıktım, bol egzoz dumanı esanslı havayı ciğerlerime çektim. lpg kullanımı artmış bu ara, malum benzin pahalı. apartmandaki sapık teyzenin beslediği kediler kapının önüne yatmış uyuyorlardı, biri hariç. Matkap. adının niye matkap olduğunu anlatarak vakit kaybetmek istemiyorum, ama sapık teyzenin daha da sapık torunu tarafından konulduğunu biliyorum, siz bilmiyorsunuz. ayağımı matkabın ayaklarının arasına soktum, david cooperfieldın uçması gibin havaya kaldırdım, yarım voleyle çöp kutusuna doğru fırlattım, duvardan sekip kutuya girdi. abuk sesler çıkarıp kutudan dışarı fırladı, aşağı sokaktaki parka doğru yardırdı. baktım terliğim ayağımdan çıkmış, gittim aldım terliği giydim. diğer kedilere döndüm, hepsi fütursuzca uyumaktaydılar, etraftaki piskopatlardan habersiz. hoş, gerçi karınlarını doyuran teyze hepimizden daha piskopattı. bakkala doğru yürümeye başladım, yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm... bakkala gelince durdum, durmassam kabahat zaten. içeri girdim. bakkal " oo toprağam, hoşgeldin" dedi. iyiki doğum yerimiz aynı adamla, her sabah aynı hitap şekli, toprağam. bana hep "iyidir tarrağam" cevabını verme hissi uyandıran bir hitap, toprağam. "günaydın hacı amca" diyip yöneldim ekmeklerin olduğu dolaba, tazesinden aldım bir kara fırın, gazetelikten de bir fotomaç, bir de hürriyet aldım, arka sayfa güzeline bakarım diye. iç sayfalarını da cam silerken kullanıyorum, iyi oluyor. iddia tahminleri de tutsa tadından yenmeyecek. ama yanında yatmayı düşünmüyorum, kara kara oluyor örtüler. parayı verdim, ekmeği gazetelerin arasına sıkıştırdım, çıktım dükkandan. arkamdan seslendi hacı amca, "selametle git toprağam". "saolsın dayı" dedim, duydumu bilmiyorum, ben duydum ama, sanırım o da duymuştur. eve doğru yollandım. kıçımda bir hareketlenme, dedim aha açıldım. adımlarımı hızlandırdım, terliklerim şıpıdı şıpıdı etmeye başladı vahşice. sapık teyzenin koynunda besleyip büyüttüğü kediler geldiğimi görünce, daha doğrusu ekmeğin benim kolumun altına girip onlara doğru geldiğini görünce hareketlendiler. ilk hamle edene deminki yarım voleden çaktım anında, bu sefer tutturamadım çöp kutusunu, boşa düştü, diğerleri bu başarısız ama bir o kadar da hayat dolu volemi görünce ani bir fren, üstüne de bir u dönüşü yapıp bilinmeze doğru yol aldılar. bu sefer terliğim ayağımdan çıkmamıştı, sevindim.

Çarşamba, Mart 26, 2008

ekspresyonist takılcam tutmayın beni

başlıktanda anlaşılacağı gibi noktalama, imla ve trafik kuralları umurumda değil ama virgül kullandım ironi yaptım. gel de takılma bu "de" yi ayrı yazmama. ekşiden baktım anlamına dışa vurumculukmuş, dışa vurumculuk deyince çok anladım zaten, biraz daha derine inip baktım yorumlara falan, bir nevi edebi ishalmiş. dış görünüme aldırmadan içinde ne varsa dökme fantazisi. hani abuk resimler olur ya, sanki ressam boyaları yanlışlıkla dökmüş tuvalin üstüne izlenimini yaratan, onlardanmış. vay anasını, ben yapsam kızarlar boyayı ziyan ettin diye. unutmadan söyliyim bu ara pizzahut a kızgınım, çok geç geldi pizam, heyvenler. zaten gavur amerikan malı, yemeyin, gidin pizza pizza yiyin, proudly turk gibi bi yazıyı gavurca yazan kendinden çelişkili marka. bütün dünya ironik olmuş biz hala uğraşıyoruz götümüze ne bağlıycaz diye, adamın biri türbanla donu aynı kefeye koydu ya, ondan göt dedim, nası olsa onlarınki eşdeğer yoksa gayet terbiyeliyim ben. o yüzden pizzahuttan bi süre uzak durucam, turkish pizza olan lahmaç falan yemeyi düşünüyorum, mis gibi. tek derdim yerli sermaye kazansın. zaten hiç sevmezdim çarşı pazar gezmeyi, ondan olacak bu güneşli havaları sevmeyişim. sıcak güneşin altında vitrinlerin önünde deli dana gibi dolanmak, serseri mayın gibi patlamaya hazır ve kardeşçesine. o değil de bizim bi erdeniz vardı ona noldu acaba, bi ara hacker olmuştu, sonra kafayı buldu falan, hala aynı bulunmuş kafayla devam etmekte sanırsam. tutumlu çocuk. o da aslında bir nevi ekspresyonist, yalnız çok belli etmiyor, dışa fazla vuramamasına bağlıyorum. o zaman ekspresyonist olmaktan çıkar falan diyecek aranızdan bazı sivri zekalar, ama onun ekspresyonistliği dışa vuracak şeyi olmamasını dışa çok güzel vurması. şimdi kendinizi kandırmayın, sözüm yazıyı belki bu herif satıraralarına bişey gizlemiştir diye okuyup aynı zamanda sazan olanlara, diğerleri devam etsin, boş boş okuyanlar zaten burada hitap edileni anlamayacaklardı aslında ama böyle yazınca kör sultan bile okudu bunu, neyse sözüm o kendini bilmezlere, önce bi kendinizi bilin, sonra bu iğrenç espriyi görmezden gelin. neyse salla şimdi sinirlendircem kendi kendimi, zaten pizzahuta kızgınım. neyse erdeniz de iyi çocuk, bir ara öldü zannettik, haber alamamıştık elemandan, meğersem herkes wireless a şifre koymuş, çük gibi kalmış ortada. altın vuruş mu yaptı naptı acaba falan diyoduk bizde.
neyse, o değil de zekeriya beyaz gelecek sezon lost dizisinde oynayacakmış, hatta fragmanları bilem düştü yutupa ama izleyebilen pek yok tabi. bence çok hayırlı olur beyazın bu faaliyeti. ada sırf gavur, her türlü ahlaksızlık kol geziyor, araya bir türkün gitmesi bütün dengeleri altüst edecektir ama bir nizam getirmesi de kaçınılmaz olacaktır. neyse demek istediğim zekeriya beyaz zaten kendini aştı, sabah programları, öğlen programları, akşam programları derken dizi, sinema, klip olayına girdi, iyi oldu kanımca. zekeriya hocamdan bir tek dileğim var mutlu olsun yeter.

Pazar, Mart 23, 2008

Asparagas Kuşları: Bir Magazin Klasiği

Sevgili okurlar, bu yazıda karşımızda freelance yazarlarımızdan Şenoğlan'ın derlediği haber turu var, ilgiynen okuyalım, arkadaşıyla konuşanın ağzını yamulturum.

Başbakan Tayyip Erdoğan 2008 Yılında Ampül Fiyatlarında Düşüşe Gidileceğini Açıkladı

Erdoğan dün yapıtğı basın konferansında ampül sektörünün Türk ekonomisindeki yerinin önemi belirtti ve 2008 yılında ampül fiyatlarının düşmesi ile halkın refaha, esnafın ise gelire kavuşacağını söyledi.

Özellikle çeşitli kafelerde ve sosyal mekanlarda florasan lamba kullanımının müşteriyi olumsuz etkilediğini söyleyen Erdoğan, “Böyle durumlar Türk halkını yıldırmamalıdır, eğer normal ampüller pahalı olmazsa halk gidip florasan almaz. Hükümet olarak bu konuyu nasıl görmezden gelebilirdik. Artık Türk halkı layık olduğu ampüllere kavuşacaktır” dedi. Başbakan ampülün bir insanın hayatındaki önemine de değindi, “Nasıl Türkiye Devleti Ak Parti olmadan karanlıkta kalmış bir insan gibi olursa, ampülsüz bir insan da karanlıkta kalmış gibi olur heralde diye tahmin ediyorum sanırım.


Zekeriya Hoca Necromancer'lara Tepkili

Zekeriya Hoca'nın sunduğu "İftar'da Coşalım" isimli ramazan şenliği programına telefon bağlantısıyla katılan ismini vermek istemeyen ünlü necromancer Zekeriya Hoca'yı sinirlendirdi. "Create food büyüsüyle yaratılan yemekle oruç açılır mı hocam?" sorusunu Beyaz'a soran necromancer Zekeriya Hoca'nın sinirlenip "Len, gidin pis kafirler" diye çıkışmasına yol açtı. Kazada yaralanan veya ölen olmadı.


Alper: Beni Pehlivan Keşfetti

Arsenal ve Fransa Milli Takımı'nın yıldızı Cem Alper, başarısını, Monaco'da oynadığı yıllarda teknik direktörü olan Ali Pehlivan'na borçlu olduğunu söyledi. Golcü oyuncu: Pehlivan, bütün ayak işlerini bana yaptırıyordu.

Alper, şimdiden Arsenal'in efsane isimlerinden biri oldu ve Londra'nın yarısı onu futbol tanrısı olarak görüyor. Ancak Türk yıldız tüm futbol kariyeri boyunca bu şekilde el üstünde tutulmadı. Alper'e en büyük zorluğu yaşatan isim ise hepimizin yakından tanıdığı bir sima: Ali Pehlivan.

Mudanya Müftüsü: Eş, Anne ve Kızınızdan Başka Kadınla Tokalaşmayın


Bursa'nın Mudanya İlçe Müftüsü Cem Alper, bayram hutbesinden önce verdiği vaazda cemaate, “Anne, eş ve çocuğunuzdan başka kadınlarla tokalaşıp, öpüşmeyin. Caiz değildir. Bunu yaparsanız kulaklarınız düşer” dedi.
Mudanya'da 4 yıldan bu yana müftü olarak görev yapan Cem Alper, dün sabah Hal Camii'nde bayram namazından önce verdiği ve ilçedeki 10 camiide merkezi sistemle yayınlanan hutbesinde, cemaate seslenirken, “Anne, eş ve kız çocuğunuzdan başka bayanlarla tokalayıp, öpüşmeniz caiz değildir. Bunu yaparsanız kulaklarınız düşer” dedi. İlçe müftüsü hutbe sonrasında başta Atatürk olmak üzere, Türk büyükleri ve şehitlere dua etmemesi de cemaatin eleştirisine neden oldu.

Müftü Cem Alper, vaazında anne, eş ve kız çocuklarından başka kadınlarla tokalaşıp, öpüşmelerinin caiz olmadığını söylerken dinin emirlerini hatırlattığını söyledi. ‘Mahrem bayanlar' olarak tanımladığı anne, eş ve kız çocuklarının herhangi bir organına temasın caiz olduğunu belirten Alper, ‘namahrem' olarak nitelendirdiği kadınlarla temasın ancak zaruriyet halinde olabileceğini söyledi. Bu nedenle vaazında yabancı kadınlarla tokalaşırken biraz daha hassas davranılması gerektiğini vurgulayan Alper, “Bu bir dini emir olduğu için dini bayramlarda buna biraz daha hassasiyet gösterilmesini istedim. Kaldı ki bunu ben bir ek bilgi gibi sundum. Bu konuşma öyle cemaati ayaklandıracak bir söz değildir“ diye konuştu.

Seri Katiller Yakalandı

Sakarya’dan Ankara’ya kadar 53 saatte yedi can alıp iki kisiyi yaraladıktan sonra yakalanan C.A.(17), savcıya verdigi ifadede kendini suçladı. Sanık, savcıya olan acıklamasında aslında suç ortagının da kendisi oldugunu, aslında bütün cinayetleri kendisiyle beraber isledigini söyledi. Sizofren oldugu düsünülen sanık jandarmaya, "Mendil verin, her seyi anlatayım" seklinde beyanda bulundu. C.A. cinayetlere eglenmek için basladıgın da itiraf etti.

"Mendil verin, burnum akıyor"

Jandarmada gözaltında tutulan sanık ilacın ve kolonyanın etkisinden kurtulup kendine geldiginde kafalasını duvarlara vurmaya basladı. Kendine gelen sanık, avukatları Ufuk Ufak’ın boynuna sarılıp agladı. Iki gündür sorgulaması süren zanlı, kendisini sorgulayan askerlere, "Mendil verin, burnum akıyor" diyerek yardım istedi. Bes gündür burnunu silmedigi gerekçesiyle saat bası mendil isteyen zanlı, banyo talebinde bulunmayı da ihmal etmedi. Zanlı C.A., ifadesi alınırken air drum set'iyle solo atmaya başlayıp ağzıyla da zil sesi yapınca, şarkısını sorguçulara dinleterek, "Nası çalıyorum moruk?" dedi.

Araç Kiraladım

Yalova’daki bir bankadan 3 bin YTL çektim. Buradan Bursa’ya geçtim. Kamber Mahallesi’ndeki bir kisiden mendil aldım, araç kiraladım. Baba yadigarı uzun dipçikli av tüfegimi de alarak Istanbul’a gittim. Burada yedi-sekiz gün gezdikten sonra Adapazarı’nda yasayan tanıdıgım Aykut Okumus’un yanına gittik. Okumus’a av tüfegini vererek tüfegi aldık.

Silah Sesleri

20 Ekim’de Bursa’ya dogru yola çıktım. Yolda tost yemek için akrabalarımla anlaştım. Giderken devamlı telefon görüşmeleri yaptım. Balıkpazarı mevkiine geldim. Beni yakınlarım karşıladı. Arabadan tüfeği de alarak çıktım. Arabadan uzaklastıktan sonra silah sesleri duydum. Kosarak arabaya kaçtım ve oradan uzaklaştım.


Cumartesi, Mart 22, 2008

Musiki Vakti


Bu hafta Musiki Vakti'nde yazın müzik piyasasını sallayıp folloş edecek bir albümü inceleyeceğiz. Evet, o içimizden biri, halkın bağrına bastığı bir evladı, canımız, ciğerimiz, Yiğit Akyurt.
Biz onu hep Ufak Yiğit diye tanıdık, fakat o uzuvları kısa, yüreği büyük bir insandı. Yıllar süren çalışmalar sonucu bu muhteşem albümü bize armağan etti. Lafı çok uzatmadan albümde yer alan şarkılara geçelim, akabinde tartışırız anam.

CD

1- İnternet cafede unuttum telefonunu (4:20)
2- Çıkarmadan 5 (3:59)
3- Dijital Aşklarda Buldum Randımanı (5:12)
4- Çaldır beni, kontörüm varsa ararım (7:38)
5- Tutanamadım AQ (13:45)
6- Donumda sallarım (2:02)
7- Otobüsteydim, açamadım (4:35)
8- Nolcak bu fenerin hali (3:33)
9- Posta hesabı yaparım (1:36)
10- Ağaç oldum Sevinç'in önünde (16:39)
11- İsviçre'li bilim adamları (4:50)
12- www.google.com (6:30)

Bonus DVD
1- Ağaç oldum Sevinç'in önünde kamera arkası
2- Yiğit'in bebeklik fotoğrafları
3- Belgesel: Nasıl medyatik oldum?

Albümün açılış parçası İnternet cafede unuttum telefonunu gayet hareketli, kulağa hitap eden bir şarkı, soundu insanı gaza getiriyor, sözleri insanın başını döndürüyor. Şehrin en işlek caddelerinde arabayla kız keserken sesi sonuna kadar açarsanız başarı şansınızı katlamaması için hiçbir neden yok. Aynı zamanda günümüz gençliğinin sorunlarına duyarlı bir şarkı, yozlaşmış gençleri doğru yola çekmeye çalıştığı için velilerden de büyük bir alkış alacağa benziyor.
Ardından gelen Çıkarmadan 5, yazın clublarda bol miktarda çalınacağa benziyor, insanı dirty dance e davet eden sözleri, aksiyonlu müziği ile gençlere ve kendini genç hissedenlere hitap eden bir şarkı.
Albüme adını veren Dijital Aşklarda Buldum Randımanı ise gayet duygusal, acıklı, bir parça, böyle hızlı başlayan bir albümde bu sıraya konulması gayet saçma olmuş. Ama şarkı dehşet ya. Postmodern bir abazanın yakarışını böyle ifade edecek bir şahsiyet dünyaya gelmiş mi acep? Fantezi arabesk ile tekno müziği harmanlayan bir soundu var, sözleri ise tartışılmaz güzellikte.
Akabinde Çaldır beni, kontörüm varsa ararım, adlı parçayı görüyoruz listede, bu da aynı halt işte, gençliğin sorunlarına değinen, kontör pahalılığından yakınan yakınan bir gencin dramı. Öğretmen hattı için yalvarılan bölümler yürek burkuyor.
Tutanamadım AQ ise Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar kitabından esinlenilmiş bir parça. Yazara göndermelerle dolu, gayet uzun bir tutunamama ve isyan temalı bir parça. 100 temel eser ve 100 temel fıkrası kategorisine alınması lazım.
Donumda sallarım adlı parça ise bir meydan okuma şarkısı bu vahşi kapitalizme ve korsan sektörüne. Albüm bu noktada hafiften caz ile klasik eskimo müziğine kayıyor.
Otobüsteydim, açamadım adlı parçamız ise toplu taşımayı eleştiriyor gibi görünse de aslında dünya düzenine gizliden dokunduruyor, felsefi düşünmeyi sevenler dinlemeli.
Nolcak bu fenerin hali ise bu albümün en damar şarkısı, bir gencin hayata, insanlara isyanı, elindeki cep telefonundan müzik yayını yapıp artiz artiz gezen kro tiplerden duymanız kuvvetle muhtemel bu aralar.
Posta hesabı yaparım adlı parça ise erken boşalma sorunu olan bir gencin dramını anlatıyor, şarkının süresinden de anlayabileceğiniz gibi. Parçada Viagra adlı ilacın güzelliklerine değiniliyor. Albümün tek klasik batı müziği tarzına sahip olan şarkısı.
Akabinde gelen Ağaç oldum Sevinç'in önünde adlı parça ise hepimizden bir kare taşıyor içinde, hangimiz Seviç'in önünde ağaç olmadık ki dedirten, gözlerimizden birkaç damla göz yaşı damlattıran bir parça. Ah nerde o eski günler dedirtiyor.
İsviçre'li bilim adamları ise albümün en gereksiz, ne işe yaradığı anlaşılmayan parçası, hergün abuk subuk analizler yapan İsviçreli bilim adamlarını konu alıyor.
www.google.com ise İsmail YK nın www. bombabomba.com adlı parçasına gönderme yapıyor. Sen orda takıl ben gugıldan her bir haltı buluyorum, naaber dürrük gibi bir mesaj içeriyor. Ayrıca albümün tek death metal soundu içeren şarkısı.

Evet, bir albüm incelemesinin daha sonuna geldik. Sizlere veda etmeden önce hepinizi öpüyorum, korsan cd,vcd, dvd, kaset, plak, flashbellek, SecureDisk, Memory Stick gibi dijital ve ya analog veri taşıyıcıları almamanızı istiyorum, ama dinleyen kim. Ben bile DC den indiriyorum herşeyi.

Cuma, Mart 21, 2008

Profiterol Adaları: Bir Gezi Yazısı...

Tarih öncesi çağlardan günümüze kadar gelmiş, insanlık var olduğu sürece var olmuş bazı tutkular vardır. Gezi yazısı yazmak, işte böyle bir tutku değildir. İnsanlar yaptıkları gezileri diğer insanlarla en kolay yoldan paylaşabilmek ve gezdikleri yerler hakkında atıp tutarak her kesimden okuyucuya hava atabilmek için yazının icadını beklemek zorunda kalmıştır. Çok okuyan için, çok gezen karşısında daima bir utanç kaynağı olarak yer edecek olan bu yazı türü, yüzyıllar boyunca giderek artan büyüklükte bir ilgiyle karşılanmış olabilir. Benim de milyonlarca hobim arasında uzun bir süre yer etmeyen “gezi yazısı yazıcılığı”, geçen gün aniden ilgimi çekti ve ilk gezi yazımı da bunun üzerine şimdi yazıyorum. Bu yazı sizin okuduğunuza değecek mi onu kestiremiyorum ama sizi temin ederim ki benim yazdığıma değecek. Lafı fazla uzatmadan, teminatımın sağladığı konfor ve güven ortamı içinde tarihe geçecek olan bu girişe son verip destansı yazıma başlıyorum.

Gezi yazısı yazmak için temelde bir insanın iki şeye ihtiyacı vardır: yazabilme yeteneği ve gezi. Edebi yeteneğimin ebediyetinden şüphe duymaksızın, yapmış olduğum gezileri düşününce, bugüne dek ne denli az ve öz gezdiğimin farkına vardım. Sakın heyecanlanmayın, sınırlı ve pek kıymetli gezilerimin birbirinden ilginç anılarımı böyle yüksek tirajlı bir blogda yayınlayarak deşifre edecek değilim, lakin içimdeki gezi yazısı yazma arzusu ve siz okurlardan gelebilecek olası bir yoğun istek üzerine hayal gücümün uçsuz bucaksız kaynaklarını sizlerle cömertçe paylaşmaya karar verdim. Yani, eğer beni yanlış anlamadıysanız bu okuduğunuz yazı, yapmadığım bir gezi üzerine yazdığım bir gezi yazısının ta kendisidir. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim ki, biraz sonra karşılaşacağınız olumsuz ifadelerin kullanılma amacı değerli okuyucularımızın kafalarını karıştırmaktan öte, benim kişisel nezaket anlayışımın kurgu bir anlatımda da olsa gereksiz yalanları şiddetle reddetmesidir.

Her şey geçen yaz bana gelmeyen o gamsız mektupla başladı. Beni bir televizyon kanalında düzenlenen popüler bir yarışma programına davet etmiyorlardı. Zaten rastgele bir kutu seçip, içinden çıkan meblağ kadar para kazanılan bu tür şovlar genellikle kış sezonunda yayınlanırdı, dolayısıyla muzip bir arkadaşımın benim adıma bu yarışmaya başvurarak kendince eğleniyor olması fikri aklımın kıyısına dahi yanaşmadı. Gelgelelim ben bu programa katılmaya karar vermedim ve çok başarılı bir yarışma da çıkartmadım. Ancak son tahmin hakkımı da kullanmadıktan sonra, kutudan para yerine tavşan çıkması üzerine sunucu ve tüm izleyiciler şok olmadı. Reyting uğruna yapılmayan böyle bir manyaklığın gerçekten de yapılmamış olması bugün beni ne denli mutlu ediyor tahmin edemezsiniz.

Her ne kadar yarışmacı talihsiz bir şekilde yarışmayı sonlandırsa da, onu stüdyodan eli boş göndermek ve izleyicinin de buna şahit olması çok da istenen bir şey değildir. Zira böyle bir durum ekran başındaki küçük izleyicilerin zihinsel ve ahlaki gelişimini olumsuz etkileyecektir. Bu yüzden de yarışmacının suratındaki şok ifadesinin az da olsa dağılmasını sağlayabilecek bir teselli armağanının verilmesinin bizim meslekte adet olduğunu söyleseydim, yıllarını televizyonculuğa vermiş bir meslek erbabı profili çizmiş olabilirdim. Nihayetinde, katılmadığım yarışmada da bana teselli armağanı olarak, Profiterol Adaları’nda bir hafta –bilemedin en fazla on gün- tatil hakkı vermediler. Ben de bu ödülü hüsran ve teselli duyguları içinde kabul etmediğim için de, eve varır varmaz eşyalarımı toplamaya başlamadım.

Siz okuyucular arasında olası bir cahilin olmama ihtimalini ihmal ederek ve bu farazi veya olası cahilin Profiterol Adaları hakkında bilgisi olmadığını farz ederek kısaca bu adayı tanıtalım. Yeryüzüne uzun yıllar önce cennetten düştüğü düşünülen bu mistik adalar, Kaf Dağı’ndan Hogwarts’a doğru giderken, ikinci Atlantis’i geçip ilk sağa sapınca Lost Adası’na gelmeden son lahmacuncunun hemen karşısında yer almakta olabilirler. Her birinin dört tarafı denizlerle çevrili olan, alışveriş merkezi büyüklüğünde onlarca adadan oluşan bu takımada, bir insanın burayı keşfettiği zamandan beri karşılaştığı tüm belaların ve diğer insanların sorumlusu olarak denizi görmüş olsa da, hava yolunun icadından beri takımadalar ve deniz arasındaki küslüğün biraz yumuşadığı hakkındaki tartışmalar, gündem karmaşasıyla karşı karşıya olan kimi kamuoylarında heyecanla karşılanabilirdi. Gelgelelim, bir gezi yazısında bu bahislere yer vermek yersiz kaçmayabilir, ama yine de zorlamaya gerek yok diye düşünüyorum.

Adalara daha ayrıntılı olarak bakacak olursak, başka yerden bakmamız icap edecektir çünkü ben şu sıralar gezi yazısı yazma hevesimi maymun iştahıma kaptırmış bulunmaktayım. Bu fantezi mekanı da bugüne dek kimsenin görmediğini bildiğimize göre, matematiksel olarak burası hakkında buraya kadar yazdıklarımın ötesinde bir bakış açısı olmadığı “tümden gelip tüme gidim” yöntemiyle ispatlanabilir. Artık sizi daha fazla sıkmadan bu yazıyı tatlı bir şekilde bir sonuca bağlama niyetim de olmadığına göre burada fütursuzca yazımı kesmekten mutluluk duyuyorum.

Çarşamba, Mart 12, 2008

Baş Yazı


Pek sevgili okurcanlar, bu gençleri tee hazırlık sıralarından beri takip edenler bilirler, onlar aha böyle avuçiçi kadar, hatta daha da ufak, kağıtlara böyle minyon yazıları doldurup eğlenlerdi kendi çaplarında. Ama kimse bilmezdi onların hissettiği hazzı, o grafit partiküllerinin kağıt üzerinde bıraktığı kara lekeciklerdeki mutluluk ve heyecan yüklü o duygu yoğunluğundan ibaret olan gaz ve toz bulutunu. İşte o gaz ve toz bulutu bir gün big bang özentisi bir şekilde patladı, etraf sanat ve edebiyatın aşkının yakıcı aleviyle kavrulup, mizah ve satirin serinletici nefesiyle bir "oh be daşşaklarım serinledi" nidası çekti sessiz ve derinden.
Bizim Konnektikıt(orcinali Connecticut)'ta kışlar ılık ve yağışlı geçer, siz bilmessiniz, ben bilirim.
O ılıklı ve yağışlı günler sizin bilmediğinizin aksine çok pis yağışlı geçer. Dışarı çıkan sucuk gibin ıslanır yağmurda, gerçi bizim Konnektikıt'ta sucuk olmaz, o yüzden sucuk gibi olmak deyimini sarf edince elin gavuru bakar suratıma bön bön, ama ben bilirim; benim, onun, herkesin sucuk gibi olduğu gerçeğini, o acı gerçek yüzüme çarpar bir osmanlı tokadı gibi, bol sesli ve aşağılarcasına, sert ve bir o kadar da yumuşak, ana yüreği gibi kucaklayıcı ve sevgi dolu. Bizim Konnektikıt'ta kışlar deli yağışlı olduğu içüün, biz sokakta misket oynayamazdık, çamura saplanırdı hepisi, sonra aşağı mahallenin piçleri gelip hacılardı bizim gaflikleri, şerefsizler, şimdi bulsam paralarım hepisini, badi yapıyorum da ayıptır söylemesi, kol çevrem 40 cm oldu. Neyse konu fena dağıldı. İşte bizim Konnektikıt'ta çok yağışlı olduğu için biz kış aylarında dışarı çıkamazdık, okula zor giderdik, bahar aylarında ise karı kız kovalayamazdık, muson gibi yağardı. Bi okulu kırıp kızları oralet içmeye götürelim dedik mi direk yağmur bastırırdı, kalırdık sap gibi, tırıs tırıs dönerdik okula, alios benzeri bi dayı vardı kapıda, iki beşlik atardık, alırdı bizi içeri. Beşliklere mi yanalım, kızlara rezil olduğumuza mı? O yüzden baktık bu işler boş işler, anca yazları yağmursuz geçiyor, biz de yazları sanayide kaportacı Osman emmi var, onun yanında çalışırdık, cebimiz iki kuruş para görsün diye, orada takılırdık, arada mersedesli abiler gelirdi, kalantor, onların arabalara biner, iki tur atardık deneme sürüşü diye, orada kız düşürmeye çalışırdık ama malum sanayi sitesi, anca bizim gibi abaza dolu, o yüzden havamızı alırdık. İşte gel zaman git zaman baktık boktan bi hayat yaşıyoruz, dedik 4 mevsimde de bi cenabetlik almış başını yürümüş, e o zaman sanat dünyasına atılalım. içimizdeki yeteneğin de farkındayız, yazın hayatına böyle başlamış olduk işte.
Tabi bizler haddimizi bilen insanlarız, öyle A4 kuşe kağıtlara, Şamdan formatında dergilerle başlamak küstahlık olur, Aydın Doğan alır paçamızı aşşa. O yüzden dedik bizim kareli harita metod defterlerden bi sayfa koparalım, onu göt boyutlarında kesersek bi sayfadan, 10 sayfalı bi dergicik yaparız. Nitekim de öyle oldu, hem ekonomik hem ergonomik bir dergimiz oldu vesselam. Tabi bu işler sadece kağıdı hazırlamakla olmaz. Önemli olan hazırladığın kağıdın içini doldurmak. E şimdi bizim gibi imajinatif, kreatif, geyik insanlar için (özellikle konnektikıt'ta bu tür adamlara nadir rastlanır, herkes embesildir orda) pek de zor olmadı. Efenim sineması olsun, sporu olsun, sanal alemi olsun ilgi alanımız geniş. Genel kültürü yan cebimize koymuş şahsiyetleriz ayıptır söylemesi. Anında doldurduk ilk sayıyı, sonra dağıttık millete baksınlar bi evirsinler, olmadı üstüne çevirsinler deyyu. Bir de boş alan bıraktık yorum yazsınlar, biz cevaplayalım diye. Nitekim planladığımız ve arzuladığımız gibi de oldu, acayip sükse yaptık, kızlar kıçımıza yapıştı. Dedim siz kıçımıza bayıldıysanız bi de ön taraflara alalım, asıl eğlence orada. Tokat atıp gittiler haspalar. Ben havaya girince bizim muhtar vardı Caşua Mekkenzi, ona gittim işte. Dedim böyle böyle, biz bu işe girdik, iyi para ve popülarite var, artık bi arka çıkarsın, seni de görürürz. Siktir çekince bana bıraktım bu hıyarağasını, İzmir'e taşındım, burda devam ettim olaya. Gerisini hepiniz biliyosunuz sevgili ciğerlerim.

İmza: Özyağ Blogculuk Ltd. Şti. Yazı İşleri Müdürü: Şahin K