Pazar, Mart 30, 2008

Bir yaz sabahı rüyası

Sabah erken kalktım, sıçmaya gittim. kabızmışın, halbusi daha dün şırıl şırıl ishaldim, paçalarım kanalizasyon. ilginç... gazete almaya gidiyim, açılırım dedim, her bağlamda. çorap üstü parmak arası terliklerimi giydim, çizgili pijama üstüne bir yelek aldım, geyik desenli. çıpıdı çıpıdı inerken merdivenlerden alt komşunun oğlunu gördüm, okula gidiyordu. mavi önlüklü, beyaz yakalı, üstünde miki maus var. gavat. adı muhsin, denyo muhsin derler, en azından ben derim, başka diyeni pek duymadım etrafta. ama insanlar tanısa derdi, pek popüler değil buralarda. suratın bakarak esnedim, o da suratıma lakabına yakışır biçimde baktı, eğildi, bağcıklarını bağlamaya devam etti. kıçımı kaşıya kaşıya inmeye devam ettim, indim, indim, inecek kat kalmayana kadar. çok şükür bodrum katımız yok. apartmanın kapısı açtım, dışarı çıktım, bol egzoz dumanı esanslı havayı ciğerlerime çektim. lpg kullanımı artmış bu ara, malum benzin pahalı. apartmandaki sapık teyzenin beslediği kediler kapının önüne yatmış uyuyorlardı, biri hariç. Matkap. adının niye matkap olduğunu anlatarak vakit kaybetmek istemiyorum, ama sapık teyzenin daha da sapık torunu tarafından konulduğunu biliyorum, siz bilmiyorsunuz. ayağımı matkabın ayaklarının arasına soktum, david cooperfieldın uçması gibin havaya kaldırdım, yarım voleyle çöp kutusuna doğru fırlattım, duvardan sekip kutuya girdi. abuk sesler çıkarıp kutudan dışarı fırladı, aşağı sokaktaki parka doğru yardırdı. baktım terliğim ayağımdan çıkmış, gittim aldım terliği giydim. diğer kedilere döndüm, hepsi fütursuzca uyumaktaydılar, etraftaki piskopatlardan habersiz. hoş, gerçi karınlarını doyuran teyze hepimizden daha piskopattı. bakkala doğru yürümeye başladım, yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm... bakkala gelince durdum, durmassam kabahat zaten. içeri girdim. bakkal " oo toprağam, hoşgeldin" dedi. iyiki doğum yerimiz aynı adamla, her sabah aynı hitap şekli, toprağam. bana hep "iyidir tarrağam" cevabını verme hissi uyandıran bir hitap, toprağam. "günaydın hacı amca" diyip yöneldim ekmeklerin olduğu dolaba, tazesinden aldım bir kara fırın, gazetelikten de bir fotomaç, bir de hürriyet aldım, arka sayfa güzeline bakarım diye. iç sayfalarını da cam silerken kullanıyorum, iyi oluyor. iddia tahminleri de tutsa tadından yenmeyecek. ama yanında yatmayı düşünmüyorum, kara kara oluyor örtüler. parayı verdim, ekmeği gazetelerin arasına sıkıştırdım, çıktım dükkandan. arkamdan seslendi hacı amca, "selametle git toprağam". "saolsın dayı" dedim, duydumu bilmiyorum, ben duydum ama, sanırım o da duymuştur. eve doğru yollandım. kıçımda bir hareketlenme, dedim aha açıldım. adımlarımı hızlandırdım, terliklerim şıpıdı şıpıdı etmeye başladı vahşice. sapık teyzenin koynunda besleyip büyüttüğü kediler geldiğimi görünce, daha doğrusu ekmeğin benim kolumun altına girip onlara doğru geldiğini görünce hareketlendiler. ilk hamle edene deminki yarım voleden çaktım anında, bu sefer tutturamadım çöp kutusunu, boşa düştü, diğerleri bu başarısız ama bir o kadar da hayat dolu volemi görünce ani bir fren, üstüne de bir u dönüşü yapıp bilinmeze doğru yol aldılar. bu sefer terliğim ayağımdan çıkmamıştı, sevindim.

2 yorum:

  1. sankim bir umut zarıkaya esinlenmeli, mahalle, pijama ve terlik temalı bu hikaye beni benden alayazdı, nah buraya da yazdım, tepriklen.

    YanıtlaSil
  2. umut sarıkaya fetişim azmıştı o günlerde, onun üzerine yazdım, hiçbirimizin dile getirmek istemediği fakat hepimizin mutlu mesut içinde yaşadığı gerçek türkiye yi yazmak istedim, kendimizi yazmak istedim, ama istemekle olmadı, oturup yazdım üstüne.

    YanıtlaSil